FUTBOL VE ŞİRKETLEŞME

GİRİŞ

Kurumsal yapı olarak şirket 18.yy dan beri kâr maksimizasyonu amacıyla kurulmuş ticari örgütlenmelerin ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiş hukuki bir yapıdır. Bu başkası için ve başka ihtiyaçlara göre dikilmiş elbise Avrupa’da genellikle sosyal kurumlar olarak algılanan ve çoğunlukla kâr güdüsü ile hareket etmeyen futbol kulüplerine çoğu zaman uymamakta. Şirketleşmenin, özellikle futbol kulüplerinin sosyal kurumlar olarak algılandıkları bizim gibi ülkeler için, genel görüşün aksine, en uygun model olmadığını bu yazıda aktarmaya çalışacağız.

***

Spor kulüplerinin şirketleşmesinin ortaya çıkardığı sorunları iki ana başlık altında inceleyeceğiz. Birinci bölümde, spor kulüplerinin tarihi ve sosyal yapısıyla şirketleşmenin, özellikle de bireysel sahipliğin, uyuşmadığı alanlara odaklanacağız. Buradaki tartışma daha çok etik ve sportif değerler üzerine kurgulanmıştır.

İkinci bölümdeyse Avrupa futbolunun sektörel yapısına ve bu yapının yol açtığı bazı ciddi aksaklıklara göz atacağız. Bu bölümde ilk olarak kâr elde etmek amacıyla hareket eden yatırımcılar için Avrupa futbolunun neden çok uygun bir ortam sunmadığını inceleyeceğiz. Ardından tamamı şirket olarak yapılanmış İngiltere’deki futbol kulüplerinin karşılaştıkları finansal sorunları ortaya koyarak şirketleşmenin birkaç kulüp dışında kimseye fayda getirmediğini ve kulüplerin futbola zarar verebilecek kişilerin eline geçmesinin yolunu açtığını anlatmaya çalışacağız.

Yazımızın son bölümündeyse gerekli olanın şirketleşme değil demokratikleşme, şeffaflaşma ve profesyonelleşme; kısacası kulüplerin bugünkü sosyal yapılarını koruyarak kurumsallaşmaları olduğunu açıklamaya çalışacağız.

ŞİRKETLEŞMENİN ETİK PROBLEMLERİ

Kulüplerde Patronluk

Şirketleşmenin beraberinde getirdiği ve spor kulüpleri açısından en önemli negatif özelliklerden bir tanesi şirket sahibinin kulübün mutlak sahibi olmasıdır. Kendine ait ticari işletmeyi kanunları çiğnememek şartıyla istediği gibi yönetme hakkına sahip olan mal sahibinin, şirket tüzel kişiliğindeki bir spor kulübünü satın aldığında da aynı haklara sahip olması yadsınamayacak bir durumdur. Ticari işletmelerde büyük bir problem yaratmayan bu geniş hareket serbestisi söz konusu bir spor kulübü olduğunda çeşitli sıkıntılara sebep olmakta. Spor kulüplerinin ticari bir işletme değil de sosyal kurumlar olduğunu öngören toplumsal algımızla çelişen kişisel sahiplik durumu, Avrupa sporunun katılımcı ve demokratik doğasına da aykırıdır.

Bu konuya somut bir örnek vermek gerekirse; bir şirketin adının ve ambleminin sahibi tarafından istenildiği gibi değiştirilmesi iş dünyasında olağan bir durumken bunun bir spor kulübüne yapılması ciddi sıkıntılar doğurmaktadır. İsmi, amblemi ve renkleri değiştirilmiş olan iki futbol kulübünün (Wimbledon ve Austria Salzburg) yaşadıkları buna en önemli örneklerdir. Ülkemizde de Göztepe’nin Altınbaş FC’ye veya İstanbulspor’un Sancaklıspor’a dönüşmesinin, Demirbank’ın HSBC’ye, Dışbank’ın Fortis’e dönüşmesi kadar normal karşılanmayacağı açıktır.

Kimin Markası?

Ülkemizde stadyumların spor kulüplerine değil devlete ait olması, kulüplerimizin genellikle çok fazla taşınmaza sahip olmaması, oyuncuların, eski adıyla ‘bonservis bedelinin sübjektif ve ticari kıymeti tartışmalı bir varlık olması gibi sebeplerle, satışa konu olan temel değer genellikle kulübün markası olmaktadır.

Geleneksel şirketlerde marka işletme sahibi (veya profesyonel yöneticiler) tarafından bilinçli olarak oluşturuluyor, yönetiliyor ve geliştiriliyorken bir spor kulübüne sahip olduğu neredeyse tüm değerleri kazandıranlar kulübün taraftarları/camiası olmaktadır.

Bir spor kulübünün şirketleşmesi ve bu şirketin kişiler tarafından ele geçirilmesiyle birlikte sadece sosyal bir kurumun tüm geleceği tahakküm altına alınmış olmakla kalmıyor, taraftar ve camianın yıllar boyunca oluşturduğu değerler de kulüp ile birlikte el değiştirmiş oluyor.

Yıllarca sosyal kurumlar olarak varolmuş, bazen yörenin bazen de ülkenin en değerli markası haline gelmiş olan kulüplerin, bu değerlerin oluşumuna çok sınırlı katkısı bulunan kişiler (kulüp yöneticileri) tarafından, bu değerleri taraftarları sömürmek amacıyla kullanacak olanlara ön koşulsuz satışı etik olarak kabul edilemez bir durumdur.

ŞİRKETLEŞMENİN SEKTÖREL PROBLEMLERİ

Yazının ilk bölümünde değindiğimiz etik sorunların dışında Avrupa futbolunun sektörel yapısı da sanılanın aksine kâr amaçlı şirketleşmeye çok uygun bir zemin oluşturmamakta. Bu bölümde bu yapısal sorunlara ve bunların yol açtığı ciddi aksaklıklara göz atacağız.

Avrupa Futbolunun Geleneksel Yapısı Kar Elde Etmeye Müsait Değildir

Küçük bir servet nasıl yapılır? Büyük bir servetle işe başla ve bir futbol kulübü satın al” Anonim – İngiltere

Oyuna (futbol) giren para inanılmaz. Fakat bu sadece kurutulmuş erik suyu (prune-juice) etkisi – geliyor ve anında gidiyor. Oyunu menajerler yönetiyorlar.” Alan Michael Sugar

Yukarıdaki alıntı Amstrad elektronik şirketinin kurucusu ve £800m servetiyle İngiltere’nin en zengin ve başarılı iş adamlarından biri olan Alan Sugar’a ait. Birbiriyle ilgisiz pek çok sektörde başarılı yatırımlarda bulunmuş olan Alan Sugar 1991’de kâr elde etmek amacıyla Tottenham Hotspur hisselerini satın aldıktan sonra futbol sektörünün gerçekleriyle yüzleşmiş ve bir süre sonra bu piyasada kâr elde edemeyeceğini anlayarak 2001 yılında kulüp hisselerinin büyük çoğunluğunu elden çıkartmıştır. Alan Sugar 2007 yılında Tottenham’daki kalan (%13) hissesini de satarak sektörden tümüyle çekilmiştir. Alan Sugar’ın kuru erik suyu (prune-juice) etkisi diye betimlediği durum aslında Avrupa futbolunun kâr yapmaya elverişsiz yapısını özetlemektedir. Anlatmak istediği mevcut sektörel yapı sebebiyle bir futbol kulübünden ciddi kârlar elde etmenin çok güç olduğu gerçeğiydi. Gerçekten de futbola giren para doğrudan oyuncu ücretlerine yansımakta ve gelir artışından faydalanan kulüpler değil her zaman için oyuncular olmaktadır.

Yukarıda 1995-96 sezonuyla 2005-06 sezonları arasında Avrupa’da kulüplerin oyunculara ödedikleri ücretlerdeki artışı görebiliriz. Bu dönem içerisinde Avrupa’nın beş büyük liginin gelirleri 3.4 kat artmış olmasına karşın oyuncu ücretleri 3.8 kat artmış ve sonuç olarak mevcut ekonomik büyümeden en çok kâr edenler oyuncular olmuştur. Oyuncu ücretleri 2001/02 sezonunda İtalya Ligi’nde yaşanan büyük mali kriz olmasaydı daha da hızlı bir artış gösterecekti.

Türkiye Süper Ligi (TSL) ile ilgili elimizde sağlıklı veriler olmamasına karşın CINE 5’in pazara girişiyle birlikte ligimizde de oyuncu ücretlerinde ciddi bir artış olduğunu futbolu takip eden her dikkatli kişi gözlemlemiştir.

Ticari işletmelerin ana amacı kâr elde etmek olmasına karşın, futbol hiçbir zaman kârlı bir sektör olmamıştır. Avrupa’da futbol kulüpleri, şirket olsun olmasın, çok uzun sürelerden beri sürdürülebilir ve ticari olarak anlamlı kârlar elde edememişler, hatta düzenli olarak zarar etmişlerdir. Bu geçmişte olduğu gibi bugün de böyledir. Bazı çok radikal değişikilikler olmazsa gelecekte de bu durum değişmeyecektir.

Dünyada futboldan en çok gelirin elde edildiği ve tüm kulüplerin kuruluşlarından itibaren (pek çoğunun kuruluşu 19.yy’a kadar gitmektedir) şirket olarak örgütlendikleri İngiltere’de dahi profesyonel futbol kulüpleri bazı istisnalar dışında düzenli olarak zarar etmekteler. Kaldı ki bu istisnaların da uzun dönemde yine zarar etmiş oldukları görülecektir. Aşağıdaki tabloda İngiliz liglerinin toplam “kârlılığına” ilişkin bazı verileri görebilirsiniz.

Futbol Kulüpleri Kar Amaçsız Örgütlerdir

Futbol kulüplerinin zarar etmesi finansal olarak sağlıklı bir durum olmasa da kâr elde edilmemesi veya çok düşük kârlarla faaliyetlerin sürdürülmesi aslında futbol ve spor kulüplerinin doğası gereğidir. Spor kulüpleri – belki son dönemlerdeki “endüstrileşme” çığlıkları arasında unutulmuş olabilir – Avrupa kıtasında ABD’de olduğu gibi eğlence (entertainment) sektöründe hizmet veren kâr amaçlı ruhsuz kurumlar değillerdir. Kuruluşlarından bugüne tamamı kâr amaçsız sosyal kurumlardır. Bu kulüplerin şirket statüsünde olduğu İngiltere’de dahi 1980’lerin başlarına kadar kulüplerden gelir elde etmek İngiltere Futbol Federasyonu’nun (FA) kurallarıyla oldukça kısıtlanmıştı. İngiliz kulüplerinin o dönemde şirket olarak örgütlenmelerinin tek sebebi İngiliz hukuk sisteminde spor kulüpleri adına uygun bir örgüt modelinin bulunmaması ve kulüp yöneticilerini kulübün borçları karşısında kişisel yükümlülük altına sokmayan mevcut en uygun örgütlenme biçimi olmasıydı.

Sportif ruhun futbol kulüplerinde yaşatılabilmesi için ticari çıkarlardan mümkün olduğunca arındırılması gereği daha o günlerde farkına varılmış bir durumdu. Bu amaçla 1896 yılında İngiliz Futbol Federasyonu kulüpleri “artan” ticarileşmeye karşı korumak amacıyla hissedarlarına kâr payı ödenmesini ve malvarlığının soyulmasını önleyen sıkı kurallar getirmiştir. Bunlardan en önemlisi hissedarlara yapılacak kâr payı ödemesinin defter değerinin %5’iyle sınırlandırılması olmuştur. Bu sınır 1920’de %7.5’e, 1974’te %10’a ve 1983’te %15’e çıkartılmıştır. 1980’lerin başlarına kadar bu kurallar altında faaliyet gösteren futbol şirketlerinin aslında Avrupa geneline yayılmış dernek-kulüplerden tek farkı kulüplerin üyeler tarafından değil şirket hissedarları tarafından yönetilmeleri olmuştur.

FA’ın koyduğu ticarileşmeyi sınırlayan kuralların Tottenham Hotspur tarafından 1980 ortalarında tali yollardan aşılması ve en sonunda kaldırılmak zorunda bırakılmasına kadar İngiliz şirket-kulüplerin ana motivasyonu hiçbir zaman kâr elde etmek olmamıştır. Hatta İngiltere’de 90’lara kadar futbol kulüplerinden para kazanmak tıpkı bizde olduğu gibi toplum tarafından onaylanmayan hoşnutsuz bir durumdu. Fakat bu kuralın Tottenham Hotspurs tarafından hukuki bir kurnazlıkla by-pass edilmesinin ardından futbol kulüplerinin ticarileşmesinin önündeki en ciddi engel ortadan kalkmıştır.

KULÜPLERİN KÂR ETMESİNİN ÖNÜ AÇILDIKTAN SONRAKİ DÖNEM

1983 yılında Tottenham’ın ilk halka arzının ardından diğer bazı İngiliz kulüpleri de bu akıma kapılmışlardır. Fakat bu akımdan bir kaç üst düzey kulüp dışında hiçbir kulüp fayda görmemiştir. İngiliz Futbol Federasyonu’na ait Futbol Ligi’nden ayrılarak kurulmuş olan Premier Lig kuruluşundan bugüne gerçekleştirmiş olduğu inanılmaz gelir artışına karşın bu artış kulüplerin karlılığına yansımamıştır.

Futbolu yöneten kurumların sportif değerleri öne çıkartan yaklaşımları, Avrupa’da birbirine yakın kalitede ve rekabet oluşturmaya yetecek sayıda profesyonel futbol liginin mevcut olması, ulusal liglerin dışında Avrupa kupası rekabetinin olması, liglerdeki düşme-çıkma sistemi, gittikçe daha da serbestleşen transfer sistemi, AB hukukunun sektöre etkileri gibi pek çok unsurun biraraya gelmesi sebebiyle sektörde rekabet çok üst seviyededir. Bunun sonucu olarak özellikle elit seviyedeki oyuncular için çok yüksek bir talep oluşmakta. Talebin yüksekliğine karşın dünya çapında yıldız diyebileceğimiz oyuncu arzı bu talebi karşılayamamakta ve futbolcu fiyatları sektöre giren her kuruşu adeta emmektedir.

Buna verilebilecek en güncel örneklerden bir tanesi İngiliz kulüplerinin yeni naklen yayın ihalesinden gelecek olan parayı daha kasalarına girmeden bu yılki transfer sezonunda hovardaca savurmalarıdır. Yeni yayın anlaşmasıyla birlikte Premier Lig gelirlerinde %26’lık bir gelir artışı hesaplanırken sadece transfer ücretlerine (eski adıyla bonservis bedeli) bu sezon itibariyla yapılan harcamalar %65 artmıştır.

Bu yapının doğal bir sonucu olarak 1992 yılından 2007’ye kadar İngiltere Profesyonel Futbol liglerindeki 92 takımdan 41 tanesi kayyuma devredilmiştir. Bunun son çarpıcı örneği 1999-2000 sezonunda UEFA kupasında, 2000-2001 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nde yarı final oynamış, beş yıl önce Avrupa’nın elit takımları arasında gösterilebilecek Leeds United kulübüdür. Kulüp özellikle başarıların geldiği dönemde çok fazla borç yükü altına girmiş ve bunu yaparken de gelecekte de mevcut başarıların devam edeceğini hesap etmiştir. Fakat evdeki hesap çarşıya uymayınca kulübün batağa saplanmasının ana sorumlusu ve o dönemki sahibi Peter Ridsdale 2003 yılında gemiyi ilk terkeden kişi olmuştur. Kulüp dört yıl içerisinde Ridsdale’in açtığı yarayı kapatamamış ve en sonunda 4 Mart 2007′ de kayyuma devrolmuştur. Geçtiğimiz sezon gördüğü 10 puanlık ceza sebebiyle tarihinde hiç düşmediği Lig 1’e (sıralamada üçüncü lig) düşen Leeds bu yıl da Lig 1’e 15 puan geriden başlamak durumunda kalmıştır. Kayyuma devrolmuş İngiliz kulüplerinin hepsinin buna benzer hikayeleri vardır fakat bu hikayelerin tümünün sonunda üzülenler maalesef kulüplerin gerçek sahipleri olan taraftarlar olmuşlardır.

UK pro-clubs – John Beech presentation at Play the Game Conference – Reykjavik 2007

*Bazı kulüpler bu dönemde ikişer kez kayyuma devrolmuşlardır

KULÜPLERİN YENİ SAHİPLERİ

Peki tüm yukarıda anlattıklarımıza rağmen futbol kulüplerine yatırımı bu denli cazip kılan nedir? Her gün dünyanın başka bir bölgesinden özellikle PL kulüplerine olan talebin sebebi nedir?

Bu kulüplere talip olanlara bakarsak bazı ipuçlari bulabiliriz sanırım. PL takımlarının yeni sahiplerine göz attığımızda bunları iki ana gruba ayırabiliriz.

Doğu Grubu

Thaksin Shinawatra Manchester City Hakkında pek çok insan hakları ve yolsuzluk davaları bulunan, bu sebeple ülkesine geri dönemeyen Tayland’ın eski devlet başkanı
Roman Abramovich Chelsea Çok kısa sürede milyarlarca dolarlık servete ulaşmış Yahudi Rus işadamı
Alisher Usmanov Arsenal Özbek asıllı madencilik ve doğal gaz basta olmak üzere pek çok alanda yatırımları bulunan Rus işadamı
Alexandre Gaydamak Portsmouth Yahudi Rus işadamı. Rusya, İsrail ve Fransa vatandaşı. Babası, hakkında Fransa’da açılmış silah kaçakçılığı davaları sebebiyle Angola diplomatik pasaportuyla seyahat edebiliyor

Batı Grubu

Malcolm Glazer Manchester United Tampa Bay Buccaneers (NFL) adlı spor şeyinin (franchise) sahibi
Tom Hicks Liverpool Texas Rangers (MLB), Dallas Stars (NHL), Mesquite Championship Rodeo isimli spor şeylerinin sahibi
George N. Gillett Liverpool Montreal Canadiens (NHL) spor şeyinin sahibi
Stan Kroenke Arsenal Denver Nuggets (NBA), Colorado Avalanche (NHL), Colorado Mammouth (NLL), Colorado Rapids (MLS) isimli spor şeylerinin sahibi
Randy Lerner Aston Villa MLS Colorado Rapids adlı spor şeyinin sahibi

Doğu grubunda servetlerini nasıl kazandıkları ve Premier Lig’de ne aradıkları pek çok kişinin kafasında soru işaretleri oluşturmuş kişileri görmekteyiz. Batı grubundaysa ABD’de spor sektöründe yatırımlarda bulunmuş ve ciddi kar elde etmiş iş adamları bulunmakta. Birbirinden çok farklı iki grubun İngiliz futbol kulüplerine olan ilgilerinin kaynağı da oldukça farklıdır.

Doğu grubu üyelerinin her birinin hangi motivasyonlarla hareket ettiğini kestirmek bugün itibariyla güç olsa da haklarında yapılan spekülasyonlar sadece tabloid basının değil ciddi gazetelerin de sayfalarını doldurmakta ve bu kişilerin Premier Lig’e girişi pek çok kesim tarafından eleştirilmekte. Bu kişilerin İngiliz kulüplerinden elde etmek istediklerinin neler olduğu ve hangi motivasyonlarla bu kulüpleri satın aldıkları halen daha pek çok futbolseverin kafasında soru işaretleri oluşturmakta.

Batı grubuna mensup kişilerinse dünyadaki tek global spor olan ve hızla büyüyen futbol sektöründen pay kapmak amacındaki yırtıcılar oldukları şüphe götürmez. Fakat bu yırtıcılar ya kendi alanlarının dışında kalan, farklı koşulların hüküm sürdüğü ve kâr elde etmenin çok daha güç olduğu bir ortama adım attıklarının farkında değiller ya da yukarıda açıklamaya çalıştığımız koşulları değiştirebileceklerini ve futbolu kârlı (ve dolayısıyla bugünkünden çok farklı) bir sektör haline dönüştürebileceklerini düşünüyorlar.

İlk senaryoya göre sektörel koşulları dikkate almadan artan gelirlerin kârlılığa yansıtılabileceğini düşünerek bu sektöre girmiş olmaları ve sektörel yapıda çok ciddi değişimler olmaması durumunda orta vadede birkaç üst düzey kulübün sahipleri dışındakilerin yerlerini başka doğululara bırakarak sektörden çekilebileceğini tahminleyebiliriz.

İlk senaryonun gerçekleşmesi, yani bu kişilerin futbola çok ciddi yapısal zararlar vermeden sektörden çekilmeleri elbette ki her futbolseverin isteğidir. Fakat asıl tehlike bu kişilerin futbolun geleneksel değerlerine saldırmaları olacaktır. Bu kişiler için tek önemli şey para olduğundan sosyal ve kültürel değerleri hiçe sayarak hareket etmeleri kesinlikle beklenmelidir.

Ticari açgözlülüğün futbola ilk ciddi saldırısı 2000’lerin başında bazı tavizler verilmesi karşılığında bertaraf edilmiş olan Avrupa Ligi projesidir. UEFA’dan ayrılarak medya şirketleri ve sponsorların da desteğiyle kurulması planlanan bu lig sportif değerlerin kuzeydeki kadar aşınmamış olduğu Akdeniz ülkelerinin temsilcilerinin karşı çıkmasıyla önlenmiştir. Fakat sektörde para kazanmak amacıyla spor kulubu satın almış kişilerin buna benzer girişimlerde bulunmaları her zaman beklenmelidir.

SONUÇ

Görüldüğü üzere kulüpler şirketleşme ve aşırı ticarileşmenin sonunda kayyuma devrolma, karanlık kişilerin eline düşme veya bazı arsız işadamlarının elinde oyuncak olma gibi pek çok tehlikeyle karşı karşıya kalmaktalar.

Şu an için sporda ticari yozlaşmanın itici gücü durumundaki şirketleşme illetine çok fazla bulaşmamış olan ülkemizde de aslında yurtdışındakilere benzer durumlar yaşanmıştır. Göztepe ve İstanbulspor gibi köklü kulüpler şirketleşmenin getirdiği sıcak parayla kısa süreli sefaat dönemleri yaşadıktan sonra kayyuma devrolmuşlardır. Büyük kulüplerden Galatasaray Faruk Süren dönemindeki hesapsız harcamalar sonrası AIG ile başgöz edilmeye çalışılmıştır. Göztepe şirketleşme macerasının sonunda amatör kümeye düşmüş, Galatasaray ise AIG’den çok büyük bedeller ödeyerek kurtulmasının ardından şu sıralar diğer yırtıcılarla uğraşmaktadır.

İronik olansa, Galatasaray’ı bu çıkmazdan kurtarması muhtemel stad projesinin gerçekleşmesi kulübün halen daha dernek kontrolünde olmasıyla alakalıdır. Eğer Galatasaray camiaya ait bir kulüp olmasaydı uzun dönemde kendisini bulunduğu bataktan kurtarması beklenen Aslantepe projesi büyük ihtimalle gerçekleşemezdi. Daha doğrusu devletin bir özel şirkete (AIG veya bir başkası) stad inşa etmesi kamuoyuna hiçbir şekilde açıklanamazdı (siyasi rant düşeceği için kendileri de gönüllü olmazlardı).

Göztepe’deyse herşey çok farklı gelişti. Göztepe sosyal bir kurum olma vasfını yitirerek kişilerin aidiyetine geçmiştir. Göztepe eğer tam anlamıyla bir anonim şirket olmamış ve spor kulübü olarak (veya en azından spor kulübünün kontrolünde) yoluna devam etmiş olsaydı bu sertlikte bir düşüş yaşamazdı. Tıpkı aynı şehrin diğer takımlarının zor zamanlarında olduğu gibi camia, yerel kurumlar ve belediyeler Göztepe’ye bir miktar destek olarak tahribati daha az kayıpla atlatması sağlanırdı. Fakat Göztepe’nin şirketleşerek metalaştırılması Göztepe A.Ş’ye kişi ve kurumların karşılıksız yardım etmelerinin zeminini ortadan kaldırmıştır.

Futbol dünyamızdaki pek çok olumsuzluğu her gün görüyor olmamıza karşın futbol kulüplerimizin halen daha bir “ticari mal” a dönüşmemiş olması olumlu bir durumdur. Avrupa kulüpleriyle aramızdaki yönetsel alandaki farkın kapanması kesinlikle şirketleşmeden geçmiyor. Hatta kulüplerimizin sosyal kurumlar olarak devam etmeleri bizim için bir avantaja dönüştürülebilir. Avrupa’daki kulüplerle aramızdaki esas fark sadece kurumsallaşamamış olmaktan ve kulüplerin ehil kişiler tarafından yönetilmiyor olmasından kaynaklanmaktadır. Eğer kulüplerimizi gerçekten demokratik, şeffaf, açık ve verimli bir şekilde yönetebilirsek tarihleri neredeyse bir asıra dayanmış olan pek çok kulübümüzün sosyal değerler olarak kalmasını sağlamış; Avrupa’daki diğer kulüplerle mücadele etmek konusunda da ilk adımları atmış oluruz.

Aslında anlatmak istediğimiz şirketleşmeksizin kurumsallaşma kavramını Ünal Aysal Kasım 2005’te Fanatik Gazetesi’nde yayınlanan röportajında düşlediği Galatasaray’ı tanımlarken başarıyla aktarmıştır.

Düşlediğim ve gerçekleşebileceğine inandığım Galatasaray şöyle;
Büyük kültürel zenginliğinin ve tarihinin farkında olarak 21. asıra göre kurumsal yapısını gözden geçirmiş, genel kurullarını 50 bin kişilik stadında yapan, ekonomik saygınlığını futbol yanı sıra futbol dışı proje ve gelirleri ile sağlama almış, profesyoneller tarafından yönetilen ve güçlü bir denetim sistemi kurmuş, sadece kendisi ile yarışan ve futbol dışındaki diğer spor dallarında da lider, yenilikçi, üretken, evrensel olmayı içine sindirmiş, etik değerlere bağımlı, fanatizmi reddeden, kişilikli camia, planlı, yalnız ekonomik gücüyle değil, deneyim, bilgi ve görgüsüyle yurtiçinde ve dışında saygın bir yönetim.

Dernek kulüplerin de iyi yönetilmeleri halinde şirketlerle aynı kulvarda yarışabileceği savımızı doğrulayan en önemli örnekler ise Deloitte’un son Futbol Para Ligi adlı araştırmasında zirvede bulunan üç kulüpten ikisinin dernek statüsünde sosyal kurumlar olmalarıdır (Real Madrid ve Barcelona). Kulüp üyeleri tarafından demokratik seçimlerle işbaşına getirilmiş yönetim kurulu ve porfesyonel idari kadrosuyla çağdaş yönetim prensiplerini demokratik kulüpçülük anlayışıyla birleştirerek dünya üzerindeki tüm Futbol A.Ş’leri sportif açıdan olduğu gibi gelirler açısından da geride bırakan bu iki kulüp şirketleşmeksizin içerisinde bulunduğumuz sporun modern çağına uyum sağlanabileceğini göstermişlerdir.

Bizim spor kulüplerimizin de yapmaları gereken bize kültür ve yapı olarak çok uzak Anglo-Sakson ülkelerindeki yapılanmaları kopyalamaya çalışmak değil mevcut sosyal statü korunarak modern çağa uygun yönetsel yapının oluşturulması ve doğru kişiler tarafından, modern yöntemlerle bu yapının yönetilmesi olmalıdır.

Notlar

  1. Bu yazıda bahsedilen ‘şirket’ kâr elde etmek amacıyla hareket eden geleneksel şirket yapısıdır. Kâr motifi olmadan şirket hukuki bir kılıftan başka bir şey değildir.
  2. Wimbledon FC Norveç’li sahibinin tasarrufları sonucu Milton Keynes kentine taşınmış ve adı da Milton Keynes Dons olmuştur. Wimbledon’lılarsa AFC Wimbledon adı altında kulüplerini yeniden kurup amatör liglerden mücadelesine sıfırdan başlamıştır. Avusturya’daysa Redbull, Austria Salzburg’u satın aldıktan sonra kulübün adını, renklerini değiştirmekle de yetinmemiş ve kulübün tüm tarihini de reddederek kendilerinin yeni bir futbol kulübü olduklarını deklare etmişlerdir.
  3. Stadların çoğu uzun süreler için kulüplere kiralanmıştır. Bu kiralama spor kulüplerine topluma yararlı dernekler olmaları gerekçesiyle çok düşük bedellere mal olmaktadır. Kulüpler kâr amaçlı örgütler olmasalardı bu kiralamalar geniş ‘peşkeş çekme’ edebiyatımızın örnekleri olarak görüleceklerdi
  4. İtalyan kulüplerinin oyunculara gelirlerinin çok üzerinde ödemeler yapmalarının sonucu olarak pek çok kulüp iflas noktasına gelmiş ve oyuncular kulüpler tarafından aldıkları ücretleri ciddi oranlarda düşürmeye zorlanmışlardır.
  5. Maalesef bugün futbolun yapısını ciddi anlamda bozmaya yönelik adımlar hızla atılmaktadır. Bunları nedenleriyle birlikte ilerleyen bölümlerde ele alacağız
  6. Norman Chester Centre – football economics
  7. Norman Chester Centre – football economics
  8. Deloitte 2007 football finances report
  9. Sportbusiness.com
  10. Son olarak Luton Town 22 Kasım 2007’de kayyuma devroldu
  11. Bu olay Göztepe’lilere oldukça tanıdık gelmiştir sanırım
  12. Örneğin kapalı bir Avrupa ligi veya başka türlü sportif rekabeti kısıtlayıcı yapılanmalar.
  13. Yazıyı teslim etmeye hazırlandığım gün ortaya çıkan bir gelişme bu beklentinin gerçekçiliğini ortaya koydu. Kısaca, PL’de toplam maç sayısının 39’a çıkartılarak artık haftanın dünyanın çeşitli yerlerinde oynanmasına (Özellikle ABD ve Asya) yönelik bir talep tartışmaya açıldı. Avrupa futbolunun yapısına ve değerlerine yönelik saldırılara önemli bir örnek teşkil eden bu öneri ilk aşamada FIFA tarafından şimdilik püskürtülmüş gibi gözükmesine rağmen yakında bu kişilerin 1992’de the FA’e yaptıkları gibi, bir şekilde FIFA’yı da by-pass etmeye çalışacaklarını tahmin ediyorum.
  14. Bu yazıda şirketleşmenin getirebileceği olumsuzluklar, spor kültürümüze olan uyumsuzlukları ve sektörel dengesizlikler sonucu kulüplerin yanlış ellere geçme tehlikesi olduğunu anlatmaya gayret ettim. Aslında bugünkü durumda da kulüplerimiz yanlış kişilerin eline geçebilmekte. Dernek yapılanmasının buradaki avantajı demokratik seçimler yoluyla başarısız yönetimlerden kurtulma kapısının her zaman açık olmasıdır. Şirketleşmiş bir kulüp ise bir meta haline geldiği için tıpkı Göztepe örneğinde olduğu gibi camianın hiçbir önlem alma veya tasarrufta bulunma hakkı kalmamaktadır. Demokrasi prensibinin daha iyi yerleştirilmesinin yanında şeffaflık, hesap verebilirlik gibi ilkelerin kurum tarafından uygulanması ve modern yönetim tekniklerinin uygulanmasıyla birlikte kulüplerimiz hem camialarının bir parçası hem de ekonomik açıdan daha güçlü bir hale gelebileceklerdir.

2 Comments

  1. Dernek statusunde olan klublerde para yiyiciler çok olur. Şirketleşip herşeyin resmi evraklar ile şeffaf bir sisteme olanak sağlaması. kimse para aklayamaz. klüpler a.ş. olmali.. Bucaspor da dahıl buna .

  2. dernekler iyi de bunalrin geleirlerinden vergi aliniyormu

    devlet bunlardan faydalanabiliyormu

    eger turkiyede hersey dernek yapisyla yurutulseydi okul hastane yollar ordu nasil faaliyet gosterecekti.

Bucaspor için bir cevap yazın Cevabı iptal et